İstanbul
15 Aralık, 2025, Pazartesi
  • DOLAR
    27.04
  • EURO
    29.77
  • ALTIN
    1668.5
  • BIST
    7424.96
  • BTC
    29384.05$

“İngilizce Şart” Diyenlere Bir Soru: Başkan mı Arıyoruz, Tercüman mı?

04 Aralık 2025, Perşembe 16:16
“İngilizce Şart” Diyenlere Bir Soru: Başkan mı Arıyoruz, Tercüman mı?

İHKİB seçimleri yaklaşırken ortalığa tuhaf bir cümle yayıldı
“Başkan İngilizce bilmeli!”

Peki neden?
Yabancı heyetle buluşunca “How are you?” diyemeyen adam mı ihracat yapamaz?
Yoksa ihracat rakamlarını İngilizce telaffuz edemeyen başkan mı başarısız olur?

Memlekette öyle bir algı üretiliyor ki…
Sanki İHKİB başkanlığı Oxford mezunu dil sınavı,
Sanki tekstilin kaderi kelime haznesine bakıyor.

Oysa mesele çok basit
Başkan mı arıyoruz, tercüman mı?

Bir insanın başarısı, ağzından çıkan dile göre değil
Kurduğu işe, yönettiği ihracata, açtığı pazara göre ölçülür.

Hazır giyim bilmeyen, konfeksiyonun kokusunu duymamış, kumaşı eline almamış adama İngilizce öğretsen ne olur?
Üç kıtaya ihracat yapan, yıllarca sektörün içerisinde yoğrulmuş birine İngilizce bilmediği için “eksi” yazsan ne olur?

Ticaretin bir kuralı vardır
Dil bilmek avantajdır, ama dil bilmek liyakat değildir.
Başarıyı belirleyen şey hâlâ aynıdır
Tecrübe
Üretim
Pazar bilgisi
İhracat disiplini
Emek
Ve sonuç…

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllardır meydan meydan, salon salon dünyayı dolaşıyor.
Her ülkeyle masa kuruyor.
Her görüşmede devletin çıkarını savunuyor.
Her anlaşmada Türkiye’nin payını büyütüyor.
Kimse çıkıp “İngilizce biliyor mu?” diye tartışmıyor.
Çünkü mesele dil değil
Liderliktir, vizyondur, iradedir.

İHKİB başkanını belirleyecek olan da tam budur.

Aday kaç ülkeye ihracat yapmış?
Hangi pazarları açmış?
Hangi krizden nasıl çıkmış?
Sektörün dilini biliyor mu?
Hazır giyimi ruhuyla kavramış mı?
İhracat masasında sözü dinleniyor mu?

Cevaplar buradaysa mesele bitmiştir.

Yoksa İngilizce bilmeyen ama üç kıta dolaşan ihracatçıya “yetersiz” diyorsan
Asıl yetersizlik o cümlededir.

SAYILAR BÜYÜYOR, GÖLGELER UZUYOR

Kasım ayında ihracat yine arttı.
Tablo parlak.
Rakam büyük.
Manşet hazır.

Ama büyüyen sadece sayı değil; gölge de uzuyor.

Çünkü TİM Başkanı diyor ki
“Artıdayız… fakat net ihracat dört çeyrektir eksi yazıyor.”
Bu cümle, vitrindeki ışığın arka depoda kesildiğini anlatan kibar bir işaret aslında.

Türkiye, aylarca süren bir maratonun sonunda hâlâ koşuyor
Ama ayakkabının tabanı incelmiş
Nefes var, güç yok
Enerji var, hız yok

Üretiyoruz
Satıyoruz
İhracat yapıyoruz
Ama rekabet gücü elimizden su gibi sızıyor

Dünya pazarında rüzgâr tersten esiyor
Biz ise yelkeni büyütmeye çalışıyoruz
Rakam büyüyor, yük ağırlaşıyor
Görünen o ki, dışarı genişliyor ama içerisi daralıyor

Sorunun adı basit
Maliyet
Kur
Finansman
Ve hepsinin toplamı: rekabet

TİM’in satır arası bize şunu söylüyor
Türkiye, üretmeye devam edecek
Ama bir yerde düğüm var
Düğümü çözmeden yol uzamıyor

Kasım bilançosu aslında bir fısıltı
“Rakamlar iyi… ama hikâye tam değil.”

SANAYİNİN NABZI NEREDE ATIYOR?

Aylık İSO toplantısında Erdal Bahçıvan çıktı kürsüye
Ve aslında yıllardır üstü kapalı konuşulan gerçeği yüksek sesle söyledi.

Enerji…
Türkiye’nin hem yükü hem umudu…

Petrol fiyatından doğalgaz depolarına, nükleer vizyondan yenilenebilir hedeflere kadar ülke nereye yürüyorsa, sanayi de aynı istikamete bakıyor.
Çünkü enerji dediğin, üretimin kalp atışıdır.
Yavaşlarsa ülke yavaşlar.
Hızlanırsa çarklar döner.

Bahçıvan da işte tam burada durdu.
“Dünyanın elektriği değişiyor” dedi.
“Biz de kendimizi değiştirmek zorundayız.”

Rüzgâr türbini döndükçe
sanayinin rotası da dönüyor.
Güneş paneli büyüdükçe
ülkenin iddiası büyüyor.

Mesaj netti
Dünyanın enerjisi fosilden kaçıyor.
Rekabet yeşile kayıyor.
Sanayi de bu dönüşüme ayak uydurmazsa
yarın, bugünün bile gerisine düşecek.

Kısacası
Bahçıvan bir konuşma yapmadı,
sanayinin röntgenini çekti.
“Enerjiyi okumayan, geleceği okuyamaz” dedi.

Ve salonda sessizlik oldu.
Çünkü herkes biliyordu…
Haklıydı.

HALININ HAFIZASI

Kapalıçarşı’da bir bayram kuruldu geçen gün.
İHİB’in düzenlediği “Halı Bayramı”.

Ben de oradaydım.
Ve yıllardır vitrinde unutulan bir mesleğin
ilk kez bu kadar yüksek sesle hatırlandığına şahit oldum.

Çünkü halı dediğin, sadece dokuma değildir.
Bir annenin sabrı…
Bir ninenin duası…
Bir ustanın ömrüdür.
Milletin elidir, göz nurudur, hafızasıdır.

Dünya bizi hep “halı ülkesi” diye bilirdi.
Biz unuttuk.
Onlar hatırlamaya devam etti.
İHİB, işte bu kırılmayı tersine çevirmek için bir kıvılcım yaktı.

Stantlar açıldı, tezgâhlar kuruldu, ilmikler düğümlendi.
Ama aslında o gün
Türkiye’nin kendi sanatına attığı düğümdü bu.

Halıcılık ölmesin diye
Zanaat tarihe karışmasın diye
Bir millet kendi kültürünü sehpanın altından çıkarıp
yeniden baş köşeye koysun diye…

Bu yüzden İHİB Başkanı’nı tebrik etmek lazım.
Çünkü o gün Kapalıçarşı’da sadece halılar serilmedi
Bir mesleğin itibarı yeniden dokundu.

MAVİ, KIRMIZI VE BEYAZ

Dün MESİAD’da sandık kuruldu.
Üç aday…
Üç renk…
Üç ayrı hikâye.

Gürbüz Oruç kırmızıyla çıktı sahaya.
“Mücadele” dedi.
503 oy aldı.

Ömer Kara beyazla göründü.
Destekçileri, tarzıyla, tavrıyla “beyaz yaka”yı işaret ediyordu.
679 oy aldı.

Ve Ufuk Muslu…
Maviyle geldi.
Alın terinin, emeğin, sahici mücadelenin rengiydi o.
690 oy aldı.

Sandıkta sadece oy sayılmadı.
Bir zihniyet, bir duruş, bir direnç ölçüldü.

Çünkü bu seçimde Muslu’nun önünü kesmek için, perde önü-perde arkası ne varsa denendi.
“Beklenen aday” başkaydı.
“Desteklenen aday” belliydi.
Ama sandık başka bir şey söyledi.

Mavi kazandı.
Sessizlerin rengi kazandı.
Alın teri, makinenin sesi, esnafın nefesi kazandı.

Dün MESİAD’da sadece başkan seçilmedi.
Bir mesaj verildi
Güç, paranın değil; mücadelenin yanındadır.

Gerisi size emanet… Sağlıcakla kalın.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.